Suudi Arabistan
2009 da Kızıl Denizin batı kıyısını yani Sudan’ ı görmüştüm. Bu sene ise Allah bana doğu kıyısını görmek nasip etti..
2012 Mayısında Cidde’ deki Dr. Soliman Fakeeh Hastanesinde yapılan “Highlights on Ophthalmology” toplantısının hem açılış konuşmasını yapmak, hem de seminerleri yönetmek üzere davet edilince Müslümanların hac ziyareti yapmak için uçakların indiği Cidde ve dolayısıyla Mekke şehirlerini görmek, hatta hacı olma fırsatını yakaladım..))
Arabistan:
Arabistan’ın coğrafyası çok geniş: 2.250.000 km² yani Türkiye’ nin üç katı. Nüfusu ise sadece 28.000.000.
Eskiden neredeyse tümü göçebe olan Arapların, artık % 70 i şehirlerde yaşamaktadır. Suudi Arabistan’da Vehhabilik yaygın olup, devlet desteğindedir. Halkın okuma-yazma oranı % 15 civarındadır. Eğitim ve öğretim serbest ve ücretsizdir.
Parası: (SAR) Suudi Arabistan Riyali’ dir ve 1 TL, 2 SAR ‘ a eşittir. Yani söyledikleri rakamı ikiye böldüğünüzde ücreti TL olarak kolayca hesaplamış oluyorsunuz.
Ülkenin güneyde Kızıl Deniz’de, kuzeyde ise Basra Körfezi’nde uzun kıyı şeridi var. En önemli üç şehri; Cidde, Riyad ve Damman. Riyad başkent, Cidde ve Damman ticaret ve sanayi merkezleri.
Ülke petrol kaynakları sayesinde refah içinde deniyor ama, görünüm pek öyle değil. Çünkü bunca zenginliğe rağmen ülkeye yapılan yatırım çok az. Benim gördüğüm sadece bazı bölgelerin azıcık gelişmiş, çoğunluğunun ise eski, tozlu harap binalardan oluşmuş olması.. Suudilerin çoğu paralarını önce Amerika’ya, şimdilerde Avrupa’ ya götürmüşler. Eskiden Suudi halkı borçlarını bile ödemez, kralın himmetine sığınarak bir ara tüm halkın borçlarını ödemesini beklerlermiş ve.. Genelde ramazan ayında öyle de olurmuş.. Lakin Suudi sayısı arttıkça krallar bu uygulamadan vaz geçmişler. Bu nedenle Suudilere de çalışmaya başlamak zorunda kalmışlar. Gene de devletin kendi vatandaşlarına sağladığı ekonomik imkanlar, ayak işlerini yabancı Müslümanların yapması ve yaptığı sonucunu doğuruyor.
Suudiler kendilerini üstün saydıklarından ve için, yalnız büro ve idari işleri yapıyorlar. Aynı işi yapan Suudi, yabancılardan 2 kat daha fazla maaş alıyor ve daha kısa süre çalışıyor. Ancak ülkedeki yabancılar için bazı farklı uygulamalar da mevcut. Örneğin yabancı kadınların çalışması mümkün; banka, sağlık merkezi gibi yerlerde çalışan kadınların çoğu Filipinler, Malezya gibi Asya ülkelerinden. Ağır işlerde ise Afganistan, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerden gelen erkek işçiler görev alıyor.
İş arayan göçmenlere bir Suudi kefil oluyor ve göçmenler Arabistan’a bu kişi sayesinde geliyorlar. Kefil, göçmenlerin Arabistan’dan gitmesini istediği anda yandılar: hiç bir hakları kalmıyor, Artık bir daha Arabistan’a gelme imkanları bile kısıtlanmış oluyor. Bu yüzden göçmenler son derece uysal, daha doğrusu uysal olmak zorundalar: bunu modern kölelikten başka bir deyim tarif edemez ne yazık ki..
Her türlü resmi işlemde kefilden yazı getirmek, onayını almak gerek. Kimi zaman kefiller bu hizmetin karşılığı olarak çalışanın maaşının bir kısmını alabiliyor. Ülke dışına çıkmak için de kefilin onayı ve daha önce teslim aldığı pasaportu çalışana/çalışanına geri vermesi gerek. Diğer yandan bazı kefiller göçmenlerden aylık alıyorlar: göçmen bir iş kurmuş, tüm işletmesini kendi organize ediyor, tüm masraflarını üstleniyor. Kefil ise her ay şirkete geliyor ve “göçmeni koruduğu için” aylığını alıyor. Buna aylık mı denir? Haraç mı? Yorumu size bırakıyorum….
Resmi adıyla Suudi Arabistan Krallığı’na turist olarak gelinemiyor; ülkeye hac, umre ve çalışma vizeleriyle giriş yapılıyor. Dr. Soliman Fakeeh Hastanesi Arabistan Dışişlerine başvurup kefalet belgesini aldığı halde, İstanbul’ daki Arabistan Konsolosluğu benden ayrıca Dr. Soliman Fakeeh Hastanesi’ nin yol, otel vs.. giderlerimi karşıladığını belirten bir yazı daha istediler vizemi vermek için.. yani Konsolosluk bile bağlı olduğu dışişleri bakanlığının yazısını yeterli görmedi… Elhamdülillah, sonunda vizeyi verdiler..))
Yönetim biçimi Krallık ve İslam kuralları olarak adlandırılan Şeriatın en sert şekilde uygulandığı ülkelerden biri… Ülkeye giriş yapan herkes bu kuralları kabul etmiş sayılıyor. Ülkeye alkollü içeceklerin sokulması ve içilmesi yasak. Uygunsuz içerikli herhangi bir yayının sokulması yasak. Okuduğunuz gazetenin ya da derginin içindeki bir fotoğraf bile “uygunsuz” olarak kabul edilebilir. Suudi Arabistan’da her gün, bazı ilaç ürünleri uyuşturucu listesine alınabiliyor, ülkeye iyi niyetle ilaç sokan bir kişi, gözaltına alınabiliyor. Yasaklar ve cezaların ağır olduğu bu ülke doğal olarak son derece güvenli: ülkede alkole, sekse, politikaya ve uyuşturucuya yaklaşmadığınız sürece siz de güvendesiniz.
Ayrıca, ülke içerisinde pasaportunuzu veya ikametinizi sürekli olarak yanınızda taşımanız gerekiyor.
Sokaklarda nadiren kadın görebiliyoruz. Dışarıda kadınlar kesinlikle “abaya” adı verilen kara çarşaf giyerek ve peçe takarak dolaşmak zorunda. Aile ortamı dışında kadın ve erkek bir araya gelmiyor. Kadınların araba kullanması da yasak. Suudi Arabistan’da kadınlar yalnız seyahat etme özgürlüğüne sahip değiller. Bir Suudi kadını yüzünü örtmeden ve ailesinden bir erkek yanında olmadan dışarı çıkamıyor. Ancak kadın 45 yaşın üzerindeyse, ya da bir grupla beraber seyahat ediyorsa, yahut yanında kocası veya babası tarafından imzalanmış izin belgesi varsa yalnız başına seyahat edebilir. Yoksa, “Mutavva” denen din polisi aniden yanı başınızda beliriverir: bu konunun bilhassa şeriata sempati duyan ülkemiz kadınları tarafından bilinmesi gerek…
Erkeklerin çoğunluğu ise yerel kıyafetlerini giyiyorlar: “calabiye” isimli beyaz uzun entari. Başlarında da yine beyaz bir örtü. Yabancı erkekler ise bu beyaz yerel kıyafetleri giymiyorlar. Yabancı kadınlar Müslüman olmasalar dahi kara çarşaf giymek zorundalar. Yalnız peçe konusunda biraz daha rahatlar, en azından yüzleri gözüküyor. Restoranlara girdiğinizde aile bölümü var. Yanınızda bayan varsa muhakkak aile bölümüne girmeniz gerekiyor. Örneğin kaldığım Intercontinental Otel Restaurant’ ında bile aile bölümleri mevcuttu ve tek erkekler o bölümlere giremiyordu. Yalnız başına kadın veya kadınlardan bahsetmek zaten imkansız (sanki Duygu Asena’ nın “ Kadının Adı Yok” eseri, bizden çok Araplar için yazılmış); aileler ise bizlerden paravan ile ayrılmış bölümlerde yemek yediler..
Alkol kesinlikle yasak. Namaz saatlerinde tüm işyerleri kapatılıyor. Bu saatlerde ortalıkta dolaşmanız da hiç hoş karşılanmıyor. Başka bir deyişle, Namaz saatleri sırasında sokakta gezmeniz yasak. Kafe, restoran, alışveriş merkezleri gibi yerler namaz saati öncesi kapanıyor. Bankalar gün içersinde farklı saatlerde hizmet veriyor. Devlet bankaları saat 00:00’a kadar açık.
Damman halkı yasakları biraz olsun kaldırmanın yolunu bulmuş gibi. Damman’ dan Basra Körfezi’nde ufak bir ada olan Bahreyn’e deniz üzerinden otuz kilometre uzunluğunda bir köprü inşa etmişler. Bahreyn’de yasak yok. Köprü üzerindeki trafik çok yoğun.
Suudi Arabistan’ın dikkat çeken özelliklerinden biri de camilerin oldukça sade olması. Mezarlıklar da öyle. Hatta aile fertleri cenazenin nereye defnedildiğini bile bilmiyor, mezarların başında herhangi bir işaret de bulunmuyor. Mezarlıklar başında ağlamak, dua etmek de yasak. Buna uymayanlara toplum oldukça sert tepki gösterebiliyor. Suudi Arabistan’da hicri takvim uygulanıyor. Perşembe ve cuma günleri tatil. Cuma yani toplanma günü sokaklar daha sessiz, sakin olmasına karşın, idam cezalarının da infaz edildiği gün. Gazete ilanlarıyla, anonslarla halkın cuma namazı sonrasında uygulanacak idama şahitlik etmeye çağrılması olağan bir durum…. Dolayısıyla, haftanın ilk günü cumartesi. Eğer yurt dışı ile bir yazışmanız veya işiniz var ise ve kazara bu işlem perşembeye kaldıysa yandınız: perşembe ve cuma Arabistan tatil, cumartesi pazar ise batı ülkeleri…. Yani işlem birden 4 tam gün atıyor… Başka bir deyişle, yurt dışı ile resmi bağlantı hicri takvim nedeni ile haftanın ancak 3 günü gerçekleşebiliyor!
Cidde:
Uçak inerken Cidde’ nin görünümü çok düzgün bir şehri andırıyor. Yollar düzgün, planlı ve işlevsel görünüyor. Fakat daha sonra toplantıda tanıştığım Suriye uyruklu Dr. İmad bana bazı gerçekleri açıklıyor: örneğin 4.000.000 nüfuslu şehrin su şebekesi yokmuş! Su ihtiyacı gece yarısı 3-4 arası taşınan tankerlerle yapılıyormuş, evler, hatta 5 yıldızlı oteller bile depo sularını kullanıyorlarmış.
Cidde adının nereden geldiği konusunda iki farklı görüş bulunuyor. Birincisi, kentin adının ‘deniz kıyısı’, ikincisi ise ‘büyükanne’ anlamına geldiği yönünde. Çünkü Ciddeliler Hz. Havva’nın mezarının burada olduğuna inanıyorlar.
Eski Cidde çarşıları parfüm, baharat, kahve, hediyelik eşya, kumaş ve altın satan dükkanları ile günün her saati dolup taşıyor. Kentin eski bölümü, ‘Hicaz Evleri’ denilen geleneksel evler ile süslenmiş. Kızıldeniz sahilinden alınan mercan kayalarından yapılan bu evler, mimarisi ve süslemeleri ile göz kamaştırıyor, lakin harabe görüntüleri, hiç restore edilmemiş olmaları insanın içini burkuyor…
Eski Cidde Çarşısı ve akşam serinliğinde? nargile içen Araplar
Beni şaşırtan bir başka konu ise şehirde çok fazla camii’nin olmayışı. İstanbul’da neredeyse her 50 metre’de bir camii varken burada her mahallede sadece bir tane var ve bizim ülkemizdekilerin aksine minareleri oldukça kısa….
Dr. Soliman Fakeeh Hospital’ den görünen sade bir cami
Şehirde görülmesi gereken bir başka yer, Cidde Çeşmesi.. Aslında buna bir çeşme değil, fıskiye denilmesi gerekir: özelliği ise Kızıl Denizin suyunu 260 metre yukarı kadar fırlatıyor olması ki bu da dünyadaki en yüksek fıskiye demek. 260 metreyi şu şekilde gözünüzün önüne getirebilirsiniz: fıskiyenin suları, İstanbul’daki Safir’in binasını 20-30 metre aşıyor….
Batılı şirketlerin çalışanları, bazı özel uygulamaları da beraberinde getirmiş. Suudi Arabistan’da kadın ve erkeklerin birlikte plaja gittiği, kadınların zaman zaman araba kullanabildiği özel bir bölge de bulunuyor. “Deyrul Aruz” isimli bu alan, çoğu Amerikalı olan yabancılar ve kraliyet ailesinin fertlerinin girebildiği bir tür tatil merkezi. Buna benzer daha küçük ölçekteki özel alanları “compound” ismiyle kentlerde de bulmak mümkün. Yüksek duvarların çevrelediği, kendine ait güvenlik elemanları bulunan ve bir sır perdesinin ardındaki bu yaşam alanlarına giriş çıkışlar sadece pasaportla yapılıyor. Suudi Arabistan vatandaşlarının içeri girme izni yok. Buralar çoğunlukla yabancı yöneticiler, üst düzey çalışanlar ve mühendislerin konakladığı yaşam alanları; yani şeriat burada delinmiş oluyor, bunu herkes biliyor, fakat düzen devam ediyor..
Ülke tam bir tüketim toplumu; elinizi neye atsanız ithal: bu kurak topraklarda başka türlü olması olanaksız zaten.
Kutsal Topraklar:
Cidde’ ye indiğim ilk gün öğleden sonram boştu. Bundan faydalanmak istedim ve Mekke’yi ziyarete karar verdim.
Tanrı ile sohbet:
Benim yaşımdakilerin çoğunda olduğu gibi yüksek tansiyon hastasıyım. Bu nedenle aldığım ilaçlar ağız kuruluğu yaptığı için artık oruç tutamıyorum. Sıcak ta yüksek tansiyonu tetiklediği için hacca gideceğimi zannetmiyordum. Ta ki.. Cidde deki bir hastaneden toplantı daveti alana kadar.
Önce bir doktor arkadaşıma sordum. Mekke’ ye nasıl giderim diye; aldığım cevap hayal kırıklığına uğrattı beni: “Mekke için ayrı bir vize gerekli. Zaten girişte kontrol var. Gidemezsin..” Moralim bozulmuştu..
Ta ki.. vizeyi almamda yardımcı olan Eman Tur’ dan Ali Şahin ile konuşuncaya kadar… Sözleri ruhuma su serpti: “Hiç merak etmeyin, Cidde’ den Mekke’ ye sık sık dolmuş ve taksiler var. Rahatlıkla Mescid-i Haram’ a kadar gider, tavafınızı yapar, namazınızı kılabilirsiniz.”
Allah’ ım benim artık hacca gitmeyeceğimi biliyordu. Bence, dünya üzerinden sadece 2 göz doktoru davet edilirken, benim seçilmem tesadüf değildi. Zaten 2. doktor Viyana’ dan gelen bir Hıristiyan meslektaşımdı. Yani, yeryüzünden davetli tek Müslüman doktor bendim. Sizce bu rastlantı mıydı? Rastlantıysa, olasılık oranı kaç milyonda birdir? Mistik bir düşünce saysanız da, ben tesadüf olduğunu zannetmiyorum.
Tanrı beni Cidde’ ye gönderdi. Mekke’ ye 70 km. uzaklıktaki bir yere gidip, Kabe’ yi ziyaret etmemek için insan aptal, hatta eşek olmalıydı… Ben de kendimce hissettiğimi ve doğru olanı yaptım: Hac faraziyemi bu şekilde de olsa gerçekleştirmekten çok mutluyum.
Mekke:
Cidde-Mekke arasında dolmuşlar var. 4 kişi alıyor ve kişi başına ücret 10 SAR, yani sadece 5 TL.! Benzinin ucuz olduğunu biliyordum ama, bu kadar da beklemiyordum.. Arabistan da benzinin litresi 0,80 SAR yani sadece 40 kuruş, yani bizim Türkiye’ 1 lt.ye ödediğimiz para ile Arabitan’ da 11 –yazı ile onbir litre- benzin alınabiliyor. Tabii sadece benzinin ucuz olması taksi ücretinin bu kadar ucuz olmasını sağlamaz; mülteci Müslümanların kazancı az olduğu için, 3-5 kuruş daha fazla kazanabilmek uğruna dolmuşçuluk yapıyorlar, bu da rekabeti arttırarak fiyatları daha da düşürüyor..
Ama, Ali Şahin bey’ in önerdiği gibi, ben resmi olan beyaz taksileri tercih ettim ve hovardalık ederek 50 SAR a Mekke’ ye gittim, 50 SAR a Cidde’ ye döndüm…))
Yol gayet güzel: 3 şeritli otoyol. Gidişte şoför yol boyunca Kuran-ı Kerim dinledi/dinletti. Mekke’ ye yaklaşırken, kontrol noktası var. Müslüman olmayanlar için daha ileri gidemiyor. Kırmızı bir tabela sizi sol tarafa yönlendiriyor, yani Mekke’ ye gayrimüslimlerin girmesi kesinlikle yasak.
Şehre 20 km kalınca yeşil bir Big Ben saat kulesi görünüyor, yaklaştıkça büyüyor. Kabe’nin yanında gidince göreceği(miz) gibi, bu devasa yapının adı Abraj El-Beyt ve yanındaki gökdelen otellerle birlikte Kabe’nin eski ulviyetini tek kelime ile yok etmiş… alttaki linkte daha geniş bilgiye erişebilirsiniz.
“Kraliyet Saat Kulesi” 600 metre ile dünyanın en yüksek saat kulesi; Alman yapımı saat ise, 45 metre genişliği ve 43 metrelik yüksekliğiyle dünyanın en büyük saati. Suudi Arabistanlı yetkililer, “Bu saatten sonra, 1.5 milyar Müslüman Greenwich yani GMT yerine, İslami saat dilimi olan IMT’yi kullanacak” diyor. Bu söz size bir şeyler anımsatıyor mu? Hele biraz düşünün.
Mescid-i Haram’ a geldiğimde akşam namazı olmuştu ve yüzlerce, binlerce Müslüman Kabe’ ye yüzlerini dönerek namaza durmuşlardı: bu çok etkileyici bir sahneydi. Çünkü artık Müslümanlığın merkezindeydim ve İstanbul’ da olduğu gibi kıbleyi aramama gerek yoktu: karşımdaydı! Namaz kılanlar kutsal mekana çepeçevre yöneldikleri için, neredeyse karşılıklı, yüz yüze namaz kılınıyordu.
dönemi olmamasına rağmen büyük bir kalabalık var; dünyanın dört bir yanından gelmiş Müslümanlar bir arada… Namazımı kıldım ve avluya vardım: karşımda onca ihtişamı ile Kâbe duruyor, yüzlerce, belki de binlerce hacı adayı Kabe’ yi tavaf ediyordu: siyahlara bürünmüş bir merkezin etrafında dönen insan seli… daha çok etkilendim Ben de aralarına katıldım, bildiğim sureleri okuyarak tavaf ettim… Tavaf sırasında durmanız neredeyse imkansız, çünkü arkadan gelenler sizi yürümeye mecbur kılıyor.. Seneler önce, annemin Hac sırasında anlattıklarını hatırladım: “İnsan seli o kadar güçlü ki, durduğun anda arkadan gelenler tarafından ezilme riskin var” demişti bana. Haklıymış; hac mevsimi olmamasına rağmen avlu kalabalık mı kalabalıktı zaten. Bir de bilhassa hac mevsiminde burası hırsız ve kapkaççıların istilasına uğruyormuş. O itiş kakış sırasında, ihramdan dolayı üzerinizdeki para ve değerli eşyaları çalmak için gelen ithal hacı kapkaççıları… Onlara Müslüman denir mi bilemiyorum.. Ya öbür dünyada ne yapacaklar? Yaptıklarının hesabını vermeyecekler mi?
Girişte doğal olarak ayakkabılarınızı çıkartıyorsunuz. Kabe’ yi çevreleyen Mescid-i Haram devasa bir yapı.. Enine yürüyüp, Kabe’ ye ulaşmak bile zaman alıyor..Hac Akşam otelime dönünce, yorgunluktan yatağım çok sempatik geliyor bana..
Ertesi gün sabahtan toplantılar başladı. Açılış sunumunu da lütfedip bana vermişler. Erken erken gittik tabii. Dr. Soliman Fakeeh hastanesi 2 bloktan oluşan büyük bir hastane.
(Arabistan’ daki devlet hastaneleri pek iyi değilmiş. Bu nedenle halk özel sigorta yaptırıp, özel hastanelerde tedavi olmayı yeğliyorlarmış.)
Dolu dolu konuşmalar yapıldı. Öğle yemekleri açık büfeydi; ama en sevilen yemekleri olan safranlı pilav üstü kuzu kızartma baş sıradaydı.(Büyük şehirlerde çatal kullanılmasına karşın, ülkenin içlerine doğru gidildikçe elle yiyorlarmış..) Ama kaldığım Intercontinental Otel’inin açık büfesi süper üstüydü: suşiden yaprak sarmasına, jumbo karideslerden günlük taze balıklara, her türlü et çeşidinden sıcak güllaç dahil tatlılara kadar herş ey vardı, tazeydi ve en önemlisi lezzetliydi… Benim gibi çok ülke gezmiş birinin büyük otel mutfağını beğenmesi nadirdir! Zor beğenime, titizliğime verin, ama Cidde’ ye giderseniz Intercontinental Otel’in mutfağını hatırlayın.. Arabistan’ da KFC nın önce bir kopyası olarak başlayan, fakat sonradan KFC yi bile geçen Al Baik te tavuk tatmayı da unutmayın: ucuz ve leziz..
2. gün diğer davetli doktor ile beraber eski Cidde’yi ve çarşısını gezdik. Tabii havanın bizi etkilemediği 18.00 – 24.00 arası… Bu nedenle çektiğim fotoğraflar karanlıktır: özürlerimin kabulünü rica ederim..)
Eski Cidde Evlerindeki çanak antenler ve klima kabloları
3. gün akşamı havuzda dinlendim. Fotoğrafta göreceğiniz üzere havuz ortadan yüksek bir duvar ile ikiye bölünmüştü. Ön tarafta görülen yer erkeklere aitti, duvarın diğer yanı ise ailelere..: hoş, hiç yüzen kadın görmedim! Kara çarşaflarıyla havuz kenarında otura durdular: belki de kocaları izin vermediğinden havuza da giremiyorlardı gariplerim.
Intercontinental Otel Lobisi, mavi duvarla ikiye bölünmüş havuzu ve
arkada Cidde şehrinin amblemi sayılan fıskiye
Kısacası, özgün bir diyar Suudi Arabistan. Onu saran sır perdesi de hiçbir zaman tam olarak aralanmayacak gibi görünüyor.
İstanbul’ a dönüşümde yeşilliğin bu kadar hoşuma gideceğini hiç düşünmemiştim..
Hakikaten cennette yaşıyoruz; katletsek de, bitiremediğimiz cennet topraklarda…
Dr. Ahmet Girgin
Mayıs 2012