Atatürk Kızıl Zindanda
Kızıl Zindan neresidir? Bekir Ağa ile bağlantısı nedir?
Benoit-Méchin’ in “Mustafa Kemal veya Bir İmparatorluğun Ölümü” adlı kitabını 1954 orijinal basımından okurken 104 ve 105. Sayfada Atatürk’ün “Prison Rouge” yani “Kızıl Zindan”a atıldığını okudum. Kızıl Sultan Abdülhamit’i biliyordum da, “Kızıl Zindan” sözünü ilk defa görüyordum. İsmini kırmızı tuğlalarından alan Kızıl Zindan ile Kızıl Sultan arasında hakikaten bir bağlantı vardı; ben de kısa bir araştırma yaptım ve sonunda Kızıl Zindan’ın 1972-73 senesinde Anatomi ve Kadavra derslerini yaptığımız Tıp Fakültesinin İstanbul Üniversitesi içindeki bölümü olduğunu öğrenince şaşkınlığım bir kat daha attı ve bulduklarımı sizlerle paylaşmak istedim.
İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesinde 1841-1843 yılları arasında Osmanlı yöneticileri tarafından İtalyan mimar Gaspare Trajano Fossati’ye yaptırılan bina o zamanlar İstanbul Muhafız Kumandanlığı imiş ve fakat çok gaddar olan ilk müdüründen dolayı Bekirağa Bölüğü olarak anılırmış!
Peki, kimdir bu Bekir Ağa? Nedir bu Bekirağa Bölüğü?
Bekir Ağa (1817-1887), sert kişiliği ve acımasızlığı ile tanınmış ve döneminde İstanbul Muhafız Kumandanı olarak görev yapmıştır. Bekir Ağa, 1872 yılında Seraskerlik Dairesi’nin hapishanesine Müdür olarak atanmıştır. Bekir Ağa ve bölüğü, acımasızlığı, ölçüsüz şiddet kullanması ve etrafına dehşet saçmasıyla ün yapmış ve bu nedenle bina halk arasında Bekir Ağa’nın ismi ile anılmaya başlanmıştır.
Bekir Ağa bu hapishaneye gönderilen ne kadar belalı, kabadayı, zorba, isyankâr ruhlu asker varsa rütbesine bakmadan hepsiyle korkmadan uğraşmış, çoğunu ıslah etmeyi başararak şöhret sahibi olmuştu. Aşırı disiplini karşısında tüm tutukluları muma çevirerek sarayın, hatta padişahın dahi itibar ve takdirini kazanmış olan ağanın karşısında sadece nazırlar değil, sadrazamlar bile -belki bir gün Bekirağa Bölüğüne düşerim korkusuyla- esas duruşa geçmeye başlamışlardı.
Bekirağa Bölüğü veya bana göre daha doğru olarak Bekirağa Hapishanesi tarihimizde dört ayrı devreye damgasını vurmuştur:
- Abdülhamid devrinde Jön Türklerin ve hatta İttihat ve Terakkicilerin hapsedildiği devre ki Mustafa Kemal de bu devirde burada 2-3 ay hapis yatmıştır. II. Meşrutiyet döneminin başlangıç tarihi olan ve Anayasa’nın yeniden yürürlüğe konulduğu 23 Temmuz 1908’den sonra ise bütün tutuklular serbest bırakılmıştır.
- Meşrutiyet yönetimini elinde tutan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, muhaliflerini hapsettirdiği devre.
- Bu sefer ise, Dünya Savaşı’nın ardından ise Saray ve işgal kuvvetleri, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmakla sorumlu tuttukları ve yakalayabildikleri İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticilerini binaya hapsetmişlerdir. Yine son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin işgal kuvvetlerince kapatılması sonrasında tutuklanan milletvekillerinin de bir kısmı da burada hapsedilmiş ve sonrasında ise Malta’ya sürgüne gönderilmişlerdir.
- Bina, İstanbul’un kurtuluşu tarihi olan 6 Ekim 1922’ye dek ise, işgal karşıtı ve bağımsızlık yanlısı Kurtuluş hareketinin üyelerinin de hapsedilmesine tanıklık etmesi itibarıyla ün yapmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta henüz 1919 yılında Samsun’a hareket etmeden birkaç gün önce, bu binaya gelerek Fethi (Okyar) Bey gibi bazı arkadaşlarını burada ziyaret ettiğini ve onlara bazı düşüncelerini açıkladığını yazmaktadır.
Kısacası bina 1870’lerden, İstanbul’un 1922’de kurtarılmasına dek korku salan bir tutukevi olarak kullanılmıştır. Ankara’nın başkent olmasından sonra, Harbiye Nezareti müştemilatından olan Bekirağa Bölüğü, İstanbul Darülfünunu’na devredilmiştir. Sonrasında bina uzun yıllar Tıp Fakültesi tarafından kullanılmış (ben de bu devrede orada okumuşum) ve Tıp Fakültesi kliniklerinin yeni binalarına geçmesinin ardından içerisinde gereken onarım ve değişiklikler yapılarak Siyasal Bilgiler Fakültesine tahsis edilmiştir.
Şimdi gelelim Mustafa kemal’in kurmay olduktan hemen sonra tek başına 2-3 ay tutuklu kaldığı olayı anlatmaya:
Mustafa Kemal Harbiye yıllarında başarılı bir öğrencidir; fakat “Vatan” adında muhalif bir gruba katılmış ve birlikte bir korsan gazete yayınlayarak Abdülhamit aleyhindeki yazıları Harbiye’de dağıtmaktadır., Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa’ nın bu gelişmelerden saraya giden jurnaller sayesinde haberi olur; Harbiye Müdürü Rıza Paşa’yı Saray’a çağırtır ve Vatan olayını sorar. Rıza Paşa’nın okuldaki müdahalesi üzerine Mustafa Kemal gazete çıkarmayı sona erdirir fakat artık Saray’da mimlenmiş bir kişi olmuştur.
Mustafa Kemal Harbiye’yi bitirip, Harp Akademisi’ne geçer ve buradan da mezun olur. Bununla birlikte yaptığı konuşmalar ve sohbetler yüzünden Saray kendisine hep şüpheyle yaklaşmaktadır. Mezuniyetin ardından, atamaları beklerken, Vatan grubu ile bir apartman dairesi kiralayıp, burada Saltanat ve Padişah karşıtı planlar yapan Mustafa Kemal, aralarına sızan Fethi adlı bir Saray casusu tarafından bir kez daha ihbar edilir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının suçlandığı konu bu kez yalnızca entelektüel bir direnişten çok daha ağır bir meseledir: Vatan grubu ve lideri Mustafa Kemal, Sultan Abdülhamit’e suikast düzenlemekle itham edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde Padişah’ı öldürmeye girişmekten daha ağır hiçbir suç yoktur.
Bu nedenle sorgulamaları Saray’da yapılır, işkence yöntemleri ile ünlü olan Kızıl Zindan’a kapatılırlar.
Atatürk, bu konuya şöyle değiniyor:
“Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular.”
İsterseniz bu olayı Benoit-Méchin’in kitabından aktaralım:
“Sınavları bitince, Mustafa Kemal, yeni atandığı piyade birliğindeki görevine gitmeden önce birkaç hafta izin aldı. Bundan yararlanarak “Vatan”ın idaresini üstlendi. Büro olarak kullanmak üzere ıssız bir sokakta bir oda ve bültenin basılabileceği bir bodrum katı kiraladı. Grup toplantılarını o düzenliyor ve üyeleri davet ediyordu. Bunlar, kendilerini suçüstü yakalamak için fırsat kollayan polisçe çok sıkı bir şekilde gözaltında tutuyordu. Zaten, teşkilatın üyeleri, gizliliğin tüm kurallarından habersiz, toy insanlardı. Bir kışkırtıcı ajan, bazılarının güvenini kazanarak araları sızdı. Hepsinin toplandığı bir gece, polisler birden bodrumda belirdiler, herkesi tutukladılar (29 Aralık 1904)
Kısa bir sorgulamadan sonra, Mustafa Kemal arkadaşları ile birlikte berbat bir ünü olan İstanbul’un Kızıl Hapishanesi’ne kapatıldı. Durumu ağır olarak nitelendiriliyordu. Polis, aleyhinde pek çok kanıt elde etmişti. Eğer Sultan onu suçlu bulursa, herhangi bir mahkemeye gerek kalmadan hücresinde boğdurulma tehlikesi vardı.
Tutuklanma haberinden çılgına dönen annesi Zübeyde ve kız kardeşi Makbule, İstanbul’a koştular ve onu görmek istediler. Sadece ret cevabı ile karşılaşmadılar, üstelik Mustafa Kemal arkadaşlarından ayrıldı ve gizli bir yere kondu. İş daha da kötüye gidiyordu.
…
Bir gün iki silahlı görevli, ansızın hücresinde geldi ve ona İsmail Hakkı Paşa’nın huzuruna çıkardılar. İsmail Hakkı Paşa, hapishaneye 150 metre kadar mesafedeki Harbiye Nezareti’nde bulunan bürosunda, Mustafa Kemal’i altın çerçeveli gözlüklerin üzerinden uzun uzun süzdü. Paşa, sakallı, sinsi, merasime çok dikkat eden eski Osmanlı tipi bir memurdu. İki Jandarma arasında esas duruşta, hareketsiz bir şekilde, Mustafa Kemal cezalandırmayı bekliyordu. Sonunda İsmail Hakkı yumuşak bir sesle:
-“Çok kabiliyetlisiniz”, diye konuştu. “Önünüzde, Padişah Hazretlerinin hizmetinde güzel bir istikbaliniz olabilir. Ama siz hem kendinizi ve hem taşıdığınız üniformayı lekelediniz. Başıbozuk insanlarla arkadaşlık ettiniz, kendinize uygun olmayan yerlerde oyuna, içkiye ve sefahate kapıldınız. Daha da kötüsü, yasak bir siyasi faaliyete dâhil oldunuz; siz ve bazı hainler, Sultan’ın aleyhinde yıkıcı fikirleri yaydınız. Arkadaşlarınızı itaatsizliğe ve isyana teşvik ettiniz.
Yine de ciddiyeti sizin de gözünden kaçmayan bu şikâyetlere rağmen, Padişah Hazretleri sizi affetmeye karar verdi. Herhalde itaat etmekten ziyade akılsızlık ettiniz.
Şam’da bir süvari birliğine tayin edileceksiniz. Geleceğiniz, davranışlarınıza dair üstlerinizin vereceği raporlara bağlı. Mutlaka bu akılsızlıklardan vazgeçmeniz ve kendinizi tamamen askeri görevlerinizi hasretmeniz gerekir. Dikkatli olun; size, kendinizi ıslah etmeniz için bir imkân veriyoruz. Bunu bir ikinci kere vermeyiz”.
Mustafa Kemal topuklarını vurdu, yarım dönüş yaptı ve hücresine döndü. Eşyasını toplaması için ona yarım saat verildi. Aynı gece, Beyrut’a giden bir vapura bindirildi. Hareketinden önce, ne dostlarını görmesine, ne de annesine öpmesine izin verildi. İlk defa o gün politikanın oyun değil, ciddi bir diş olduğunu anladı.”
Lord Kinross ise Atatürk isimli yapıtında bu günleri şöyle anlatıyor:
“Mustafa kemal, Ali Fuat ve yeni yüzbaşı çıkmış olan iki arkadaşı daha hapse atıldılar ve teker teker sorguya çekildiler. Mustafa bu sorgu sırasında, epey hırpalandı. Protokol bilen bir insan olan Ali Fuat ise, sultan’ın üniformasını giyen bir subaya, sultan’dan daha aşağı rütbeli birinin el kaldıramayacağını ileri sürerek ucuz kurtuldu. Sonra Mustafa Kemal, arkadaşının bu diplomatça manevrasını duyunca kendi tecrübesizliğine acı acı gülecekti. Tutuklu kaldığı sırada, annesi onun başına kötü bir şeyler gelmesinden çok korktuğu halde, kendisi o kadar tasalanmamıştı. Şiir yazıyor, kaçak olarak edindiği kitapları okuyor ve serbest kalınca neler yapacağını tasarlıyordu.
Tutuklular, soruşturma sona erinceye kadar, birkaç ay hapiste kaldılar. Okul müdürü (Rıza Paşa), işlenen suçun bir gençlik yanlışından ileri geçmediği tezini savunuyor ve tutuklulara yumuşak davranılmasını istiyordu. Sonunda onun görüşü ağır bastı ve gençler başkentten sürülmek koşuluyla serbest bırakıldılar.
…
Böylece subayların birçoğu ‘kolay kolay dönemeyecekleri’ yerlere sürüldüler. Mustafa kemal’le Ali Fuat da Şam’daki beşinci ordu’ya atanmışlardı. Mustafa, kaderine razıydı:
-‘Pekâlâ,’ dedi. ‘Biz bu çöle gider ve orada yeni bir devlet kurarız‘.
Hemen vapurla yola çıktılar ve iki ay kadar sonra Beyrut limanına vardılar.”
Bu suçlamanın yalnızca bir sürgün cezasıyla atlatılabilmesinin birkaç nedeni vardır:
- Bunların ilki, Harbiye Müdürü Rıza Paşa’nın, öğrencilerini sonuna dek savunmasıdır. Müdür Rıza Paşa’nın öğrencilerini savunması ise onun saltanat karşıtlığından değil, kendi sorumluluk alanında böyle bir tehlikenin doğmadığını göstermeye çalışmasından ileri gelmektedir. Zira Rıza Paşa bu olaydan birkaç yıl önce Nazır Zülüflü İsmail Paşa tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları için sertçe uyarılmış ve Padişah’a olan bağlılığı sorgulanmıştı. Rıza Paşa o zaman cezalandırmadığı öğrencilerini tehlikesiz olarak addetmişti. Şimdi onların büyük birer tehdit olduğunu kabul etmesi demek, geçmişte görevini layıkıyla yerine getirememiş olduğuna delalet edecekti. Bu da onu Padişah önünde suçlu konuma düşürüyordu. Bu nedenle Rıza Paşa, tüm soruşturma boyunca öğrencilerini sonuna değin korumuş ve savunmuştur.
- İkinci neden daha pratik bir sebepten kaynaklanıyor: İmparatorluk her açıdan olduğu gibi, askeri açıdan da çok zor durumdaydı ve iyi yetişmiş subay eksikliği en önemli gediklerden birisiydi. Mustafa Kemal’in Harp Akademisi’nden mezun olduğu yıl, Akademi sadece 37 mezun verebilmişti ve bunların yalnızca 13’ü kurmay subaydı. Yıllardır üzerilerine pek çok maddi ve manevi yatırım yapılan bu subayların tam mezun olur olmaz 12’sinin idamını gerçekleştirmek ülkeyi büyük zarara uğratmak anlamına geliyordu.
- Üçüncü neden ise, Abdülhamit’in denge siyasetinden kaynaklanmaktadır: Mustafa Kemal ve grubunu ilk keşfeden kişi olan Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa – ki Mustafa Kemal’in sorgusunu da bizzat kendisi gerçekleştirmişti – Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kesinlikle ordudaki herkese ibret olacak şekilde cezalandırılmaları gerektiğini savunuyordu. Bu durum Harbiye Müdürü Rıza Paşa ile Harbiye Nazırı Zülüflü İsmail Paşa arasında ciddi bir fikir ayrılığına neden oluyordu. Daha önce amcası Abdülaziz’in, ordu komutanlarının uyumlu çalışması ve güçlerini birleştirmeleri sonucu tahttan düşürüldüğünü gören Abdülhamit, Paşalar arasındaki fikir ayrılıklarını beslemeyi uygun buluyor ve bu çatışmaların, Paşaların kendisine karşı birleşmesini engellediğini düşünüyordu. Bu nedenle hem iki Paşa’nın da söylediğini yapmayarak, hem de iki Paşayı da incitmeden, ama birini diğerine tercih ettiği izlenimini de vermeksizin, ortalama bir çıkar yol buldu. Yeni mezunları Zülüflü İsmail Paşa’nın söylediği gibi ne askerlikten kovdu, ne de idam ettirdi. Fakat Rıza Paşa’nın da söylediği gibi deİkinci veya Üçüncü Ordu’lara yani nispeten yakında olan Makedonya’ya da göndermedi; en uzak şark hizmeti olarak Şam’ a gönderdi.
Bekirağa zindanının tarihteki diğer özellikleri:
Bekirağa Bölüğünde o kadar ünlü isimler kalıyordu ki artık İstanbul’da kimse meşhur Hasanpaşa Karakolunu, Zaptiye kapısını, Mehterhane ya da Tersane zindanlarını konuşmuyordu.
Burada yatan tutuklular arasında:
- Sadrazam Said Halim Paşa,
- Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi,
- Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe,
- Âyan Meclisi Reisi Rıfat Bey,
- Hariciye Nazırı Ahmet Nesimî Bey,
- Adliye Nazırı İbrahim Bey,
- Maarif Nazırı Şükrü Bey,
- Mebuslardan:
- Hüseyin Cahit,
- Hasan Fehmi,
- Emanuel Karasu,
- Celâl Nuri,
- Yunus Nadi,
- Tevfik Rüştü,
- Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa,
- Ziya Gökalp ve daha birçok tanınmış isim bulunmaktaydı.
Ayrıca Enver, Talat ve Cemal Paşaların yurtdışına kaçışlarına kolaylık sağladığı gerekçesiyle Ali Fethi Okyar’da tutuklanarak Bekirağa Bölüğüne getirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, Mayıs 1919’da Samsun’a geçmeden evvel kendisini burada iki kez ziyaret etmiş, görüş alışverişinde bulunmuştu.
Bu hapishane zaman zaman idamlara da şahit oluyordu. Gayrimüslimlerin tehciri sırasında yaşanan acı olaylarda ihmali olduğu gerekçesiyle yargılanıp idama mahkûm edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemaleddin Bey’in cezası Bekirağa Bölüğünün hemen karşısında kurulan darağacında infaz edilmişti.
1922’den sonra boşaltılan bu tarihi hapishane, Seraskerlik Dairesi ile birlikte İstanbul Üniversitesi’ne verildi. Bina uzun süre Tıp Fakültesi tarafından kullanıldı. Ben de –ünü diğer fakültelere de ulaşmış olan Ord. Prof. Dr. Sami Zan Hocam ile birlikte- Kadavra / Disseksiyon yani cesetler üzerinde keserek insan anatomisini aynı binada öğrendim.
İstanbul Tıp Fakültesine ait kliniklerin yeni binalara geçmesi ile bir kez daha boşalan bina, 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne tahsis edildi ve bugün hâlâ bir eğitim yuvası olarak hizmet veriyor.
Kalın Sağlıcakla..
Dr. Ahmet Girgin
Ağustos 2018
Küçük Resimlerin üstüne tıklayarak büyütebilirsiniz.
KAYNAKÇA:
- Armstrong, H.C. (2017) Bozkurt, Kaynak yayınları, İstanbul
- Arsan, N. (1989) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 3, Ankara, AKDTYK
- Atay, F.R. (2010) Çankaya, Pozitif, İstanbul
- Aydemir, Ş.S. (2009) Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt I, Remzi, İstanbul
- Benoist-Méchin (1954) Mustafa Kemal ou La Mort d’un Empire, Edition Albin Michel
- Cebesoy, A.F. (Tarihsiz) Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılâp, İstanbul
- Committee, (1961) Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Founder of the Turkish Republic, Turkish Ministry of Press Broadcasting and Tourism, Ankara
- Erden, A.F. (1952) Atatürk, Burhanettin Erenler, İstanbul
- Foot, M. (1938) “Out of Stamboul’s Red Gaol the leader came” Evening Standard, Friday, November, 11
- Grassi, F.L. (2009) Atatürk, Turkuvaz, İstanbul
- Kinross, L. (1967) Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander, İstanbul
- Kolektif (1995) Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt II, Tarih Vakfı, İstanbul
- Lütem, İ. (2002) Mustafa Kemal Atatürk, 57 Yılın Öyküsü, Kendisi, Avrasya-Bir Vakfı, Ankara
- Mütercimler, E. (2009) Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal, Alfa, İstanbul
- Villatta, J.B. (2000) Atatürk, TC Kültür Bakanlığı, Ankara
- https://yalinalpay.wordpress.com/2011/05/17/ataturk-1905-yilinda-iskence-mi-gordu/
- http://www.gercekhayat.com.tr/yazarlar/bekiraga-bolugu-ve-karakolhaneler/
Mehtap çalış
9 Ağustos 2018 @ 23:41
Bilmiyordum. Teşekkürler