Sharm el Sheikh
Puslu, depresif, karanlık bir havada, Kurban Bayramı’ na denk gelen 2006’nın ilk uzun tatilinde Sharm El Sheikh’e uçmak üzere Sabiha Gökcen Havaalanı’na yöneldim…. Böylece daha önce hiç kullanmadığım bu havaalanını da tanımış olacaktım..
Çoğumuzun bildiğinin tersine Sabiha Gökcen Havaalanında otoparklar ücretli… Ücret ödemeden arabanızı havaalanında bırakmanın tek şartı Pegasus Hava Yolları ile uçamanız… Çünkü bu havayolunun kendine özel otoparkı var. Bunun dışında ister özel havayolu ile uçun, isterseniz yurt dışına gidin otopark herkes için ücretli. Uzun tatilde emniyetli olsun diye arabamı otoparka doğru yönlendirdim. Ama daha otoparka girmeden bir tuhaflık sezinlemiştim, çünkü havaalanının etrafındaki yollarda, dağ, taş park edilmiş araba doluydu. Otoparka gelince olayı anladım: Sabiha Gökçen otoparkı bayramdaki büyük yığılmayı kaldıramamış, dolmuş, taşmış, halkımızda nereyi boş bulursa, hatta trafiği engellercesine arabasını bırakmıştı. Ben de uygun bir yer bulup arabamı park ettim ve havaalanından içeriye girdim.
Sabiha Gökcen Havaalanı şirin, küçük bir havalimanı. Buna karşılık Duty Free Shop’u küçük, yetersiz ve çok pahalı. İnsan ister istemez Atatürk Hava Limanı’nda ki çeşidi ve ucuzluğu arıyor… Grubumuzla tanıştıktan sonra uçağımızı beklemeye başladık. Bu arada can sıkıntısından annesine lazer ışığı tutan bir küçüğe gözüm takıldı: elindeki küçük ışıkla kah annesinin çantasına, kah tavana lazer şutları atıyordu. Ehh biz de çocukluğumuza döndük ve bendeki Lazer Pointer ile çocuğun şut attığı yere ben de aynı anda ikinci şutları atmaya başladım: çocuk şaşırdı, elindeki alete baktı, iki ışık çıkacak gibi değil, etrafına baktı: tabii, biz de ışık kaynağımızı güzel sakladığımız için bir türlü bulamadı. Böylece ufaklık yarım saat deli oldu, ben de zevkten dört köşe… Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan uçağa çağrıldık…
Uçak Mısır’dan kiralanmış. İçine girince o Mısır’a has baharatla karışık ağır yağ kokusu bizleri karşıladı. Hostesler derseniz ortaokul talebeleri gibi. Makyaj değil, bakım dahi pek yok. Ama en önemlisi işi pek bilmiyorlardı. Hatta üstteki dolap kapakları kapanmadan uçak yürüyünce hostesleri uyardık da, kapakları kapattılar…
Yanıma, her yere kravatı ile giden eskilerden bir bey oturmuştu: düşünün ki Mısır’a sıcağa gidiyorsunuz, ama üzerinizden yine kalın ceketiniz ve kravatınız eksik değil.. Tabii o yolcunun seçimi, amma velakin uçakta havalandırma pek iyi olmayınca, hanımına hava sağlamak için benimki de dahil tüm havalandırmaları hanımına çevirmesi bizim milletimizin tüm görgüsüzlüğünü açık ve seçik ortaya koyuyordu: medeniyet yularına rağmen, adam bana sormadan yani benim hakkımı gasp ederek benim havalandırmamı şişman ötesi hanımına çevirmekte bir sakınca görmüyordu. Benim terlemem veya rahatsız olmam onun umurunda değildi. Bizim toplumumuzun egoizmini ve seyahat edememe örneğini yansıtan bu örnekle uçuşumuza başladık.. Bende bu çiftle muhatap olmamak için, Turgay Tuna’ nın MB Yayınevi tarafından yeni çıkan “Kahire Ahlan ve Sahlan” kitabına gömüldüm. Mısır’ a gitmeden önce bu güzel kitabı okumanızı hararetle önerim. Geçmişimizde bir çok ortak noktalarımız olan Mısır ile İstanbul ve Paris arasında mekik dokuyacağınız, ve sürükleyici konular içeren akıcı dille yazılmış bir kitap.
İkibuçuk saat sonra da Sharm El Sheikh Havaalanına indik (meraklılarına önemli not: Sharm El Sheikh’in girişinde ki Free Shop çok ucuz, hatta dönüş Free Shop’ undan bile çok daha ucuz!!)
Otobüslerle otelimize yollandık. Geniş ve rahat odalarımıza yerleştik. Sabah 10’a doğru ilk güneş banyomuz için havuzun yanında yerimizi aldık. Hafif esen rüzgar, yörenin kuru sıcağını bir nebze azaltıyordu ama, kaldığımız otelin iki havuzundan biri kışın da ısıtıldığı için hava soğuk olsa ne gam…
Biz, son olarak yer bulabildiğimiz Rehana Prima Life’ da kalıyorduk. Halbuki bizden önce kayıt yaptıranlar her şey dahil olan bir başka 5 yıldızlı oteli, “Solymar Sharming”i seçmişlerdi. Başlangıçta, “Solymar Sharming” de yer bulamayanlar, bizim otele geldiklerine pişmandılar. Halbuki hafta boyunca Solymar Sharming Otel’den bir sürü şikayet gelirken, bizim otelden hiç şikayet gelmedi; yani her zaman dediğim gibi “Allah beni sever”: sonradan Rehana Prima Life’ ta istemeden kalanlar bile diğerinde yer bulamadıklarına üzülmediler…
Bu arada resepsiyonun yanındaki bir yazıya gözüm ilişti. Bu yazı, isteyen müşterilerin yarım pansiyondan, her şey dahil sistemine geçmeleri için gün başına yalnızca 10 $ ödeyebileceklerini belirtiyordu: grubun çoğu, 10 $’ı vererek hem tüm yemeklere, hem de viski dahil tüm içeceklere istediğimiz kadar tüketebilme mutluluğuna erişti. Böylece otelle olan hemen hemen hiçbir problemimiz kalmamıştı. Her tarafa içme suyu sebilleri yerleştirmişlerdi. İsteyen su veya meyve suyunu, isteyen alkollü içeceğini doyasıya içebiliyordu. Ama alkollü içecekte oraya gelen Polonyalıları aşmamız imkansızdı, çünkü onlar sabah 10.00’ da başlayıp, gece yarılarına kadar yalnız ve yalnız alkol tüketiyorlardı.
Sharm El Sheikh, belki de Mısır’ın en temiz kasabası. Yollar düzgün, her şey polisin sıkı kontrolü altında; geceleri bile arabaların farlarını yakmalarına izin vermiyorlar. Polis arabanın içini daha rahat görebilsin diye gece bile farlar kapalı seyrediliyor. Ama yolları o kadar güzel aydınlatmışlar ki hiçbir rahatsızlık hissetmiyorsunuz. Taksilerin tümü, bizde zamanında Yahudi Mercedes’i dediğimiz Peugeot 504’ lerden oluşuyor. Tabii binmeden önce şoförle sıkı bir pazarlık yapmanız gerekir. Arabanın içine 7 kişi binebiliyorsunuz, böylece bizim dolmuşlarda seyahat etme özlemini Mısır’ da da yakalayabiliyorsunuz..
Sharm El Sheikh’in en önemli çarşısı Naama Bay dedikleri bölge. Bana biraz Kemer’i hatırlattı. Fakat, bizim Kemer’in daracık ana caddesinin tersine ferah, düzenli bir caddeye sahip Naama Bay. Ana caddenin her iki yanındaki nargile kahveleri geniş, rahat ve huzurlu bir görünüm sergiliyorlar. Son bombalama olayından beri şehrin bu bölgesine satıcıların dışındaki Mısırlıların girmesine izin verilmiyormuş. Buradan iki önemli yer önerebilirim size:
- Birincisi caddenin ortasında binanın üst katında yer alan Camel Bar: manzarası şaheser, hele akşam saatinde kasabayı üst katından seyretmeye doyum olmuyor… Bir de nargile tüttürüyorsanız keyfinize diyecek yok demektir..
- İkinci önemli yer ise, ana caddenin sonunda sola dönünce 50 m. ilerideki Duty Free Shop: burası içki ve sigara konusunda en ucuz dükkan. Ama yanınıza pasaportunuzu almayı unutmayın….
Otelimizde dinlendikten sonra bir gün Glass Boat adı verilen altı cam teknelerle mercanları ve balıkları görmeye gittik. Aslında teknede, otelimizin plajından daha fazla balık göremedik; ama gene de oraya kadar gitmişken gemi veya denizaltı turuna katılmanızı öneririm. Bu arada size en eski cam teknelerinden birinin resmini sunuyorum.
Diğer bir gezi ise ATV’ lerle yapılan çöl safarisi: dört tekerlikli motosikletlerle çölde gezmek demek, tam deşarj olmak demek… Yalnız, yüzünüzü mutlaka poşularla örtmeniz lazım, yoksa ağzınız, burnunuz kum dolar. Yanınızda yoksa zaten hemen orada, size fahiş fiyattan satacaklardır, meraklanmayın.. Aynı zamanda safariyi videoya çekiyorlar ve isteyenlere cd olarak sunuyorlar. (ederi 20-25 $).
Çöl safarisi sırasında sizi Bedevi Çadırı dedikleri bir yerde durduruyorlar: aslında bunlar, çadırdan çok, bizim karpuzcuların üstünü yapraklarla örttükleri tezgahlara benzeyen garip gölgelikler… Aynı zamanda Bedevi Çayı ikram ediyorlar, lakin o da, çaydan çok şekerli su.. sanki çay değil de şerbet… Biz güneşin batışından sonra da Safari’ ye devam ettiğimiz için, hakikaten değişik duygular yaşadık; karanlık basmaya başlayınca, sıra sıra farlarını yakmış ATV konvoyu, hakikaten hoş bir manzara oluşturuyordu. Tabii bu arada Türkler’ in başıboşluğunu da yaşadık: seyahatin başından beri problem çıkaran bir çift ATV’ leri ile beraber, güneş battıktan sonra -gözlerinde güneş gözlükleri ile- bir kum tepesinden uçtular. Hanımın gözü morardı, adamın kaşı patladı. Sonunda Mısır hastanelerinden birinde 408 $’a rektifiye oldular. İleride göreceğiz pistonlarda iz kalmış mı, kalmamış mı?
2006 Ocağında, 1 $ = 5,5 Mısır Lirası veya 1€ = 6,6 Mısır Poundu idi. Alışveriş etmek isterseniz alkol ihtiva etmeyen Mısır parfümleri, hatıralık develer, kakma küçük kutular dikkatinizi çekebilir. Ama eğer şehirden alamadıysanız üzülmeyin dönüşte, havaalanında gümrüksüz bölüme geçince sağda, sondan bir veya iki evvelki “Hatshepsut” isimli dükkan en ucuzu…
Dönüşte havaalanı Free Shop’ u bana eski günlerdeki Yeşilköy havalimanını hatırlattı: hani, kredi kartı kabul edilmiyor, ödemeye karşılık bir makbuz da verilmiyor ! Fiyatlar da gelişe göre daha pahalı..
Uçağa bindik ve aldıkları bol eşyaları tepe üstü dolaplara yerleştiremeyen halkımızın önce ağız dalaşına, sonra da kavgasına şahit olduk. Hem de kavga edenler, erkeğe vurmaya çalışanlar, erkek değil, genç kızlarımızdı… Mısırlı pilot ve hosteslerin yanında böyle medeniyetten yoksun bir davranıştan dolayı, bir Türk olarak yüzümün kızaracağını hiç düşünmemiştim… Onlarda şaşırmışlar, hatta biraz küçümseyen gözlerle kavgacı genç kızlara bakıyorlardı..
Neyse, yarım saatlik bir gecikmeyle uçağımız kalktı ve indiğimizde İstanbul’ un vefalı soğuğu bizi bekliyordu..
Dr. Ahmet Girgin
2006
Not: Küçültülmüş resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.